Geçtiğimiz ay Otizm dışında da bir hayatım olsun, arada bir küçük kaçamaklar yapayım, özel zevklerime de yöneleyim istedim ve Twitter’da Otizm dünyası dışında bir hesap daha açtım. Sen misin açan, başka dünyalara yelken açmaya kalkan? ...
Özel ilgi alanıma giren birkaç konu ile ilgili birkaç kişiyi ve bir de sağlıklı yaşam amaçlı kurduğumuz takımı takibe aldım. Bu arada dünyevi hayata bambaşka açılardan da bakabilen ünlü sayılabilecek bir kişiyi de takip ediyordum. Bahsettiğim hanımefendi twitterda sık yazan biri değilse de hafiften şifreli yazıları ile ilgimi çekiyordu, hala da çekiyor…
Geçen gece neler yazmış bir bakayım istedim. İster istemez yazılanları beğenen takipçiler de zamanla insanın ilgisini çekiyor. Bazen bu tür takipleşmeler sayesinde yeni yeni arkadaşlar bile kazanıyoruz. Bazen umulmadık güzelliklerle tanışıyoruz.
Bu kez ki yazdıkları ile içimdeki duygu selini harekete geçiren bir anneydi. Evet, yine bir anne…
Kendisi ile henüz tanışmasak da zamanlama olarak yaşadıklarımızdaki benzerlikler şükür mü etsem, ne yapsam bilemeyeceğim bir ruh haline soktu beni…
Şu an 15 yaşında olan, sağlıklı ve başarılı bir kızı var. Benimse 15 yaşında otizmli bir Ata’m…
Abisi 10 yaşındayken o çok istediği için dünyaya getirilmiş bir kız çocuğu ve yine 20 yaşındaki abisinin isteği ile dünyaya getirilmiş bizim Ata’mız…
Bizim abimiz 2010 da ölümün kıyısından döndüğünde o küçük kızın abisi tam da o günlerde bu şansı yakalayamamış ve ebediyete intikal etmiş…
Bir yerde ölüm gibi bir kayıp, öte yanda, Otizm gibi hayatları allak bullak eden bir problemi kabulleniş…
Acıları yarıştıracak değilim. Buna zaten gücüm de yetmez, gönlüm de kabullenmez…
Ama istemsiz bir şekilde düşünmeden de durmuyor insanın zihni. Tam bir kaybediş yaşamadıysam da ebedi kaybın ihtimalini tam da içim de hissettim. Bir de otizm teşhisinden bu güne, her gün ölmenin ne demek olduğunu tattım, yaşadım, yaşıyorum. Biliyorum okuyan tüm engelli anneleri de yaşıyor…
Hayat bu… Bir gün hepimizin gideceği yer elbet orası. Genç ölümler kadar insana acı veren, hayatı anlamsızlaştıran bir durum daha sanmıyorum ki olsun…
Fakat en azından bir tesellisi var sanki. Yeri belli, kaderi belli… Oysa anneye, babaya bağımlı yaşayan, siz gittikten sonra büyük ihtimalle kendisini koruyamayacak çocuklarınız, çocuklarımız ne olacak? İşte birçok aileyi bitiren bu belirsizlik!
Bizden sonra onu kim kollar, korur, sever? Ya da kimlerin eline kalır? Sağlıklı bireyler için bile hayat bu kadar acımasızken… Hem de çevrede onca tacizci, tecavüzcü, üç kuruş para için gözü dönmüş insan kol gezerken… Gün geçmiyor ki bir taciz, cinayet, şiddet haberi almayalım…
Biliyorum sağlıklı gelişim gösteren insanların bile garantisi yok bu hayatta… Herkes kendi kaderini yaşar elbet ama anne yüreği işte bunu kabullenmek hayli güç…
Elbet tüm otizmliler aynı durumda değiller ama en iyi durumda olanı bile kötülük bilmez, şeytanlıktan anlamaz, canım diyene güvenir, ikiyüzlülüğün pirim yaptığından bir haber… Yani onlar bile savunmasızken kendi kendisine yetme ihtimali zayıf ya da imkansız çocukları, gençleri arkanızda bıraktığınızı düşününce korku katlanarak büyüyor, ister istemez…
Öyle ya, ne itina ile bakılacak bakım evlerimiz ne de eğitim kurumlarımız mevcut. Var olanlar da tek elin parmaklarını geçmez… Şanslıysanız bol paranız vardır, bir de belki kardeşi sahip çıkar ona, kollar, korur. Ama vicdanlıysa o da yaşayamaz kendi hayatını…
Devlet, gücünü bu ihtiyaçlar için kullanmak konusunda nedense isteksiz olmuş hep…
Ya biz aileler Yaradan’a sığınıp el ele vereceğiz, kendi kurumlarımızı kendimiz inşa edeceğiz ya da bizleri dünyadan çocuklarımızla birlikte almasını Yaradan’dan talep edip, bekleyeceğiz…
Umut kaldı yarınlara dememek için el ele verip acıları bal eyleyeceğiz… Üstelik bunu belki de bu kurumlara hiç ihtiyaç olmayacak aileler yapacak, yapmalı. Zira çocuğunun durumu ağır, parası ve zamanı yetersiz insanlar evlerinden bile çıkabilecek durumda değil. Hangi anne haftada 2 saatlik eğitim hakkı ile sosyal hayata karışıp hak arayabilir ki? Her şeye rağmen direnen ve çabalayan, koşturan, sosyal hayatta hak arayan tüm anne babalara buradan selam olsun… İyi ki varsınız, varız…
Serpilgül Vural
Acıları bal eylemek bizim işimiz…Annelik zor zenaat.Allah bahsettiğiniz anneye sabırlar versin,elbette büyük acı, yüreğinde kalacak,ama kimseye muhtaç değil artık o yavru,bir kere öldü…ama bizim çocuklar,hele benim Ardam benden sonra her gün ölmeyecek mi?Her şeyi ile muhtaç,her işini yapan olacak mı?Diyelim çok insaflı ellere düştü,eziyet görmedi,peki sevgi görecek mi?Dünya cehenneminde mağdur olmak mı,cennette melek olmak mı?Bunu yazarken yüreğim sıkışıyor.Kahrolsun çaresizlik.Direnen bu konuya sahip çıkan yürekli insanlara benden de selam olsun.
Yazının tümünü okuyacak vaktim olmadı ama çok cesurca ifade etmişsin bu duyguları, çok etkilendim… Sarp’ın Umudu bloğunda bir annenin, çocuğunun engelli olduğunu öğrendiğinde yaşayabilecekleri anlatılıyordu, okuduğum en ilginç yazılardan biriydi. Tam da bunu anlatıyor aslında, bir “yas” tutması gerekiyor annenin, hayalindeki sağlıklı çocuğu kaybetmenin yasını! Çocuğunu öldürmeyi bile düşünebiliyor ve bunu düşündüğü için kendine şaşıyor, kendinden nefret ediyor… Bir yerde bu düşünceleri o kadar “mantıklı” ki… Bir gün mü ölmek, her gün mü ölmek… Bir çocuğun engelli olduğu nasıl kabullenilebilir ki…
Bir sen biliyorsun neler yaşadığını. Biz ise sana bakıp, muhteşem bir kadın, şöyle bakımlı, böyle güzel, şöyle güçlü, böyle hayat dolu diyoruz. Bizim gözümüzde böylesin çünkü 🙂
Serpil hanım kocaman bir oooof of çektim yine düşüncelerimize tercüman olmuşsunuz..gerçekten biz annelerin,ve tüm engelli ailelerin derdi bu..Bazı geceler uykulardan uyandıran ya benden sonra ne olur benim yavrum diye yanan biz çaresiz aileler..Üstelik emanet edicek kardeşimiz bile yok..Tek çocuk tek başına..bunu düşünüyorum sonra bu belirsizlik ve çaresizlikten başka türlü türlü acınası düşünceler..Tek yaptığımız Allah a dua edip yalvarmak..ya tam şifasınını ver Allah ım demek..ya da beraber canımızı al ardımda bırakma demek..İnşAllah tam şifası bulunurda ne yakın ne uzaktan insanların insafına ne de soğuk yüzlü hapishane duvarlı kurumlara muhtaç olmasınlar..
serpil hanım duygularımıza ne güzel tercüman olmuşsunuz .zehra ve emine hanım aynı kaygıları her an yaşıyoruz.bizim de üniversiteye giden ablamız var.9 yaşından beri kardeşinin 2ci annesi gibi.ne çocukluk ,ne ergenliğini yaşayabildi, ne de şimdi gençliğini yaşayabiliyor.artık gücü enerjisi sabrı tükendi sadece kardeşine olan sınırsız ve sonsuz sevgisi devam ediyor.ilerde eğer bir çözüm bulunamazsa bütün yaşamın kardeşi için değiştirmek zorunda kalacak işte bende bunun olmaması için sizler gibi allahım ya düzelsin ya da birlikte canımızı al diye dua ediyorum. zaten başkalarının bakımına (bakımevlerine)muhtaç kalmasını düşünmek bile istemiyorum :((((((((((((((((
Benim oğlumda 24 yaşında ağır durumda. 8 yaşında yürümekten de vazgeçti. Zaman zaman çok zorlanıyorum. Öfke nöbetleri, kontrolsüz davranışları, saçımı çekmesi. Bazen düşünüyorum oğlum farklı olmasaydı. Yaşıtlarıyla aynı seviyede olsaydı. Bunu hayal bile edemiyorum. Ben oğlumu böyle olduğu gibi öyle çok seviyorum ki. Karar verdim. Ben onunla yaşadığım her anın keyfini çıkarmaya. Elele verip bir şeyler yapılmalı bunda hemfikirim. Benden sonra ne olacağı ile ilgili korkularımı rafa kaldırdım. Benim için çok daha önemli olan bir konu var. Şimdi ben oğlum için ne yapıyorum, henüz ben yaşıyorken elimden gelenin en iyisi yapabilmek amacım. Hepimizin yolu açık olsun.
Yasemin hanım, Gülüş’cüm, Sedef hanımın bir yazısı vardı HTHayat’ta topa gelişine vurmak diye… Bizler topa gelişine vurmaya alışmak, hatta bunu kendimize düstur edinmek zorunda olan aileleriz. Yoksa hayat yaşanmaz bir hal alır. Çocuğumuza da faydamız kalmaz. Ancak bundan pes edelim manası çıkmamalı elbet. Yapabileceklerimizin maksimumu için çaba sarf etmeli ve onların bizle ve bizsiz yaşamını olabildiğince düzenleme gayreti içinde olmalıyız, oluyoruz da….