Yaklaşık 2 hafta kadar önce yolculuk sırasında yaşadığım, basit görünmekle beraber içinde bulunduğumuz toplumun yozlaşma, insanlıktan çıkma hallerini kendi aramızda kritik etmemize neden olan durumu yazmayı düşünüyordum. Aslında neredeyse vazgeçmiştim. Sonuçta yazsam ne olacak sonucu değiştirecek mi? Boş ver diyordum. Ancak, hemen ardından Yunanistan’da yaşanan faciaya verilen tepkilerdeki ölçüsüzlük ve korkunç yorumlar beni bu yazıyı yazmam konusunda tekrar ateşledi. Biliyorum ben yazdım diye herkes okuyup nedamet getirecek değil. Yazmak benim için bir çeşit terapi ve belki birkaç yüreğe de dokunma şansı bulurum …
Feribotta ister istemez yaşananları gözden geçirdik biraz kendi aramızda tartıştık. Son yıllarda çok yozlaştık, komşu komşuya düşman oldu, sokaklarda rahat gezemez olduk, biz bu kadar yobaz ve saldırgan bir halk değildik, dil, din, etnik köken ayrılıkları ülkemizde konuşulmazdı, birinin acısına bizde diğeri gülmezdi, bu kadar sapkın insanlar yoktu, kadınlara çocuklara cinsel istismar ve benzeri facialara rastlamazdık şeklinde çok yazıya rastlıyoruz. Bazılarına katılmakla beraber gerçekçi öz eleştiri yapabilen bir ülke olduğumuzu da düşünmüyorum açıkçası. Belki çok kaba ve hakaretamiz bulanlar olacaktır ama aslında biz zaten böyleydik dersem bana kızmayın. Sadece cesaret bulanlar, bu cesareti verenler sayesinde içimizdeki cerahat patladı. Üzgünüm ama birinin bunları haykırması gerekiyordu. Evet, biliyorum çok ağır bir eleştiri oldu. Halk olarak acı çekerek öğrenmeye meyilli bir kültüre sahibiz, belki bu yolla anlarız…
Ne yazık ki Kurtuluş Savaşımızdan sonraki devrimlerin değerini bilemedik, aydın, temiz kalpli insanlar karanlıkla mücadelede yetersiz kaldılar. Evet çocuklarını iyi yetiştirdiler ama az çocuk, çok iyi eğitim bazen yetmiyor. Karanlık daha hızla çoğalma potansiyeline sahip olunca aydınlığın uyumaya hakkı yoktu… Kısacası uyuduk. Şimdi de sille tokat öğreniyoruz. Bir toplum uçurumun eşiğinde sallanmakta. Umarım öze, sevgiye dönmeyi başarabiliriz…
15-20 yıl önce sosyal medya yoktu olan biteni ancak bir gazeteci yakalar da gazeteye basarsa, televizyonlara çıkarsa ve sizin de okuduğunuz gazetede ya da izlediğiniz televizyon kanalında görürseniz haberiniz olurdu. Şimdi öyle mi ya? Elimizdeki akıllı telefonların kameraları ile her birimiz potansiyel bir gazeteciyiz… Kimin elinde olduğuna göre sonuçları değişen silahlarla donanmış vaziyetteyiz.
Önce bunları yazma gerekçem olan 2 hafta önceki andan kısaca bahsetmek istiyorum. Çanakkale feribotu ile karşıya geçerken aracımızın içinde en güvenli olduğumu düşündüğüm, mutlu mutlu sohbet ettiğim anda korkunç ve şehvet dolu bir çift bakışla dondum kaldım. Üzerimde diz kapağımın 4 parmak üstünde bol bir kot şort vardı altı üstü. Ama o an tüm okyanusların suyu üzerimden aksa, tüm sabunlar beni yıkasa arınamayacakmışım gibi hissettim. Adam sözde dindar ve muhafazakar bir tipti. Nereden anladın derseniz; eşine bakmam yetti de arttı bile. Kadının açıkta kalan tek yeri gözleriydi ve kalan her yeri kara çarşaf ile kapatılmıştı. Belli ki kocası gibilerden korunmak için kapanması icap ettiği dikte edilmişti.
Olay olmasın diye adam gittikten sonra kardeşim ve eşime olanı aktardım. Ve tabii olarak, ülke ne zaman bu hale geldi tarzında klasik aydın kesimin yaptığı fikir tartışmalarına girdik. Sonra düşündüm ve dedim ki HAYIR biz zaten farklı değildik sadece yasalar ve uygulayıcılar ciddiye alındığından ya saklı saklı yapılıyordu ya da korku belası yapan da zarar gören de susuyordu. Sonuçta zarar gören, mahremine saldırılan kişiler ” Dişi köpek kuyruk sallamazsa kimse dokunmaz” denilerek bir de suçlu ilan edildiklerinden kol kırılıp yen içinde kalıyordu.
Sonuçta hep SUSTUK!
Ben artık susmak istemiyorum. Sustukça sıra çocuklarımıza geliyor.
Daha on yaşındayken dedem yaşında bir adamın sözlü tacizlerinden nasıl da kaçıp güvenli bir yere sığındığımı unutmadım. (1974’ler İzmir’in bir ilçesi)
Daha 9 yaşımdayken babam yaşımdaki bir adamın beni takip etmesi ve lafla tacizinden korkup bir bakkala sığındığımı unutmadım. Şanslıymışım ki iyi bir bakkala denk gelmiştim.
Daha 12 yaşımdayken 2 kız kardeşim ve bir arkadaşımla tacizciden kurtulmak için polise sığındığımızı unutmadım. (Ankara Başkent 1975-1976)
Daha 18 yaşımdayken otobüste yanına oturduğum dedem yaşındaki adamın, pul kolleksiyonunu gösterme vaadi ile beni evine davet ettiğini unutmadım. Neyse ki çok Türk filmi izliyordum da adamın amacını anlamam kolay olmuştu. (1980 ler Ankara)
Annemizin bizi arkadaşlarımızın babası evdeyken onlara göndermeme gerekçesini anlayamazken biraz aklımız yetince nedenini keşfettiğimizi unutmadım.
11 yaşındaki komşu kızı bir arkadaşım vardı. Birlikte okula gider oyunlar oynardık. Bir gün 1. katta oturan komşunun evini göstererek ” Biliyor musun onların düğününe davet edildik. Ama onların düğününe gidilir mi, onlar Alevi, çaya tükürüyorlar ” dediğini unutmadım. (Ankara 1975-76)
9 Yaşımdayken yeni başladığım sınıftaki arkadaşımın bana ” sen kürt müsün ” dediğini, anlamayıp o ne demek olsam bilirdim, neden sordun dediğimi, onun da ”konuşman onlara benziyor” dediğini unutmadım. Anneme gidip sorunca öğrendim; babamın görevi nedeni ile Arap, Türk, Kürt herkesin bir arada yaşadığı küçük bir şehirde doğup büyüdüğüm için onlarla oynarken benim de onlar gibi konuştuğumu söyleyişini unutmadım. Sonra aşağılanmamak için tam bir kitap kurdu olduğumu ve konuşmamı düzeltmeye çalıştığımı unutmadım. (1973 İzmir’in bir ilçesi) Yıllar sonra aynı arkadaşın babasının lisede edebiyat öğretmenim olduğunu da unutmadım.
Yaz aylarında memlekete tatile gidildiğinde, eğer Ramazan ayı ise ağzımızda sakızla bile çarşıya çıkamayan 8-9 yaşlarında çocuk hallerimizi unutmadım.
Erkeklerin gözle, sözle tacizine maruz kalmamak için bol kıyafetler giydiğimi, askılı elbise giymeye çekindiğimi, Ulus’ta ( Ankara’nın bir semti) bol kot pantolonunun üstünde giydiği bol ve uzun baba tişörtüne rağmen O….. diye hakaret edilip taşla taciz edilen arkadaşımın şokunu unutmadım. (1985 ler Ankara)
Facialar ve acılar üzerine duygularımı belirtmeyi, kanayan yarayı daha da kanırtmayı sevmem. Ancak içimizi kavuran, bakmaya dayanamadığımız komşu ülkedeki yangın felaketine sevinebilenleri görmek kabuk tutmuş bir yarayı kanattı ve acıttı. En çok da utandım… Bu konuda da bir kaç kelam edesim var.
Daha 80’lerde farklı mezhepten diye komşusunu kesenleri, Madımak’ta suçları sanat yapmak olan gencecik insanları sırf kendileri gibi düşünmüyor, inanmıyor diye yakanları ne çabuk unutuyoruz. Onlar kimdi ? Ülkeye gizlice Suriye’den giren İŞİD’liler değillerdi. İçimizden biri, halktan birileri değil miydi?
Ülkemizde yaşanan Gölcük deprem felaketinde yardıma ilk koşan ülkeler arasında yer alan Yunanistan ile geçmişte savaşmış bir ülkeyiz kabul. Çok zalimlik yaptılar biliyoruz. Savaşırken kim zalim değil ki?Savaşırken insanın içinde gizli kalmış canavar çıkmaz ise ölürsün. Evet bacılarımıza tecavüz etmişler, çok korkunç ve can acıtıcı. Yapanlar dilerim cehennemde layıklarını bulmuşlardır. Ancak tarihte bir ülkeyi fetheden hangi ülkenin askeri ganimet saydığı maddi manevi ne kadar değer varsa sahip olmaya kalkmadı ?
Ne zaman Yunanistan’a gitsem bize Türkçe hitap eden insana rastladım. Türk değillerdi ama Anadolu’dan göçmüşler ve çocuklarına hala dilimizi öğretiyorlar.. Dinimiz uymaz belki ama yaşamlarımız , damak tadımız,oyunlarımız, aile değerlerine verdikleri önem bizlere çok benzer. Evet, onlarda da aşırı ırkçı ve dini açıdan yobaz insanlar var ama onlardan kendileri de rahatsız genellikle. Hep komşi diye hitap ederler. Bunlar yetmez belki pek çoğumuza ama, yanmalarına sevinecek kadar da insanlıktan çıkmak insanlık mı?…
Artık insanlığın bu yüzyılda savaşların anlamsızlığını, insanın paylaştıkça yüceldiğini, sevginin her kapıyı açabileceğini, çocukların hepimizin çocukları ve geleceğimiz olduğu gerçeği ile öz güvenli, örselenmemiş, yaratıcı kapasitesini geliştirerek büyütülmesi gerektiğini, Yaradanın bu Dünyayı sevip, kollayıp, doğasına sahip çıktıkça bize güzellikler sunacağını kabul etmemiz gerekmez mi? Gün geçtikçe bitmek tükenmek bilmeyen hırsımız, aç gözlülüğümüz yüzünden Dünyanın yok oluşunu, denizlerin, toprağın kirlenip bizleri zehirlediğini, savaş aletlerine harcanan milyarlarla gelecek inşa edilemeyeceğini olsa olsa düşman çoğaltacağını görmemiz gerekmez mi?
Serpilgül
Add Comment